Anasayfa Arama sonuçları
Sonucu Daralt
Toplam 77 kayıt bulunmuştur Gösterilen 1-20 / Aktif Sayfa : 1
"Hayır, gerçekten fazla bir şey beklemeyin. Benim için sadece bir deneme olacak... Gerçek bir sat- ranç tahtası üzerinde ve elle tutulur taşlarla, canlı bir oyuncuya karşı normal bir satranç oynayıp oynayamayacağımı denemeye yarayacak... Çünkü oynamış olduğum o yüzlerce ve belki de binlerce partinin, yaşadığım bunalımın ürünü sadece rüyamda oynadığım satrancı, beynimin oynadığı bir oyun değil de, gerçekten ve yöntemlerine uygun satranç müsabakaları olduğundan şimdi bile hâlâ şüphe ediyorum. Umarım ki siz de
Matmazel de Courton Behlül'ün kapısında içeri girmeyerek duruyordu. Ufak bir tereddütten sonra seslendi: "Behlül Bey! Orada değil misiniz?" Bihter karanlığın içinde fark edilmekten titriyordu, burada saklanmış olmak şimdi kendisine o kadar çocukça bir şey görünüyordu ki, kendi kendine hırsından "ahmak!" diyordu. Bu saatte, özellikle Behlül orada yokken, bu odada bulunmak, pencerede hava almış olmak pek tabii bir şeydi ki, yalnız saklanmış olmakla şüphe çekebilirdi. Bu, Matmazel de Courton'un nazarında bütün
Mürebbiye, aynada çıplak pazılarını, tüm endamını görüp de kendine aşık olan peri kızı gibi uzun bir tutkunlukla seyretti. Omuzlarından aşağı beline doğru çözüp salıvermiş olduğu kumral saçları içinden başını gücenmişçesine birkaç kez salladı. Galiba o güzel çehre bu latif endamına kaderinin göstermiş olduğu insafsızlığa karşı şikayet ediyordu. Paris'te kendi meslektaşları bulunan kadınlardan birçokları süs, ihtişam, servet içinde yüzüyorlardı.
Tünel'den çıktıktan sonra Beyoğlu'nda biraz serseri, dolaşmak; mağazaların camekanları önünde gecikerek şurada yeni çıkmış kitapları; ötede kravatlardan, yakalıklardan, mendillerden teşkil edilmiş zarif örnekleri; bir moda mağazasının kumaşlarını, bütün o gözleri okşayan hiçleri seyretmek istedi. Bon Marche'nin önüne gelerek içeriye girdi. Zaten Beyoğlu'ndan işsiz geçtikçe buraya bir kere girip çıkmak adeti idi. Henüz o kadar kalabalık yoktu, ilerledi. Çocuk oyuncaklarının yanına kadar geldi, ellerinde çârp
- Emeti Hanımcığım, bu kızlar böyle fıkır fıkır ne konuşuyorlar? - A, ilahi evladım ne konuşacaklar? Söyleştikleri ya aşktır ya koca! Kıyametler kopsa onlar başka şey düşünmezler. Onlar öyle kuyrukludan falan korkacak tiplerden değil. Geçen günü Mebrure'yi işittin mi? Ah, kuyruklu gelse de kuyruğunu okşasak, demiyor muydu? Çatacak yıldızı Van kedisinden beter ettiler.
"Benden önce buraya hizmetçi aldınız mı?" "Evet, bir iki tane geldi, gitti. Pek terbiyesiz kadınlardı. Biz insandan pek o kadar iş istemeyiz. Bu evin bir adeti vardır. Her gördüğünü bilmeye çalış-mamalı, her işittiğini merak etmemeli." Birkaç kere yutkunduktan sonra dedim ki: "Peki kalfacığım, ama bizi buraya getiren arabacı yolda bir takım korkunç şeyler söyledi. Periler, cinler, gulyabaniler..." "Evet, bu köşkün öyle adı çıkmıştır. Ben yalanı sevmem, doğrusu bu..."
Ülkemizde üç düşünce akım vardır. Bu akımların tarihi incelenirse görülür ki düşünürlerimiz önce "çağdaşlaşmak" (muasırlaşmak) gereğini duymuşlardır. Üçüncü Sultan Selim döneminde başlayan bu eğilime devrimden sonra "İslâmlaşmak" İsteği de katıldı; son zamanlarda ise ortaya bir de "Türkleşmek" akımı çıktı.
O gece Çerkez o evde kaldı ve üç gün denenmek şartıyla üçünün de pazarlığı bitti.Bu evde kızlar geceleri bir odaya toplanıp, birbirleriyle konuşurlardı; fakat çok gülmek, Çerkezce konuşmak yasaktı ve bir müşteriye gidip de her ne sebepten olursa olsun beğenilmeyerek gelen esirlere on-on beş kırbacın vurulması kaçınılmazdı. Bu eve gelişlerinin üzerinden henüz birkaç hafta geçmişti ki bir sabah Hacı Ömer p küçük Çerkez esire: "Hadi, kalk gideceğiz." dedi. Çocuk kendi yaşındaki çocuklara özgü bir hareketlerle
... Adam bunun bir maden ocağı olduğunu anlamıştı. Yine bir eziklik duydu içinde. Ne işe yarardı ki? Burada da bir iş bulamayacaktı sonuçta. Binalara doğru gideceğine, ocağın yanındaki cüruf yığınına doğru yürüdü. Burada üç demir potanın içinde çalışma sahasını aydınlatıp ısıtsın diye maden kömürü yakılmıştı. Toprağı kazan işçiler geç vakte kadar çalışmış olmalıydılar, hala moloz çıkarılıyordu. Şimdi, adam ateşin aydınlığında, kömür yüklü küçük vagonları boşaltan işçilerin gölgelerini görüyordu. İçinde ate
Bayan Bürstner'in soran bakışlarla kendisine baktığını görünce: "Anlayacağınız, bir soruşturma kurulu geldi buraya." diye ekledi. "Sizin için mi?" diye sordu Bayan Bürstner. "Evet." dedi K. "Olacak iş değil!" diye bağırdı Bayan Bürstner gülerek. "Geldi." dedi K. "Peki, siz beni suçsuz mu buluyorsunuz?" "Suçsuz mu? Şey, ne bileyim..." dedi Bayan Bürstner, "Ben konuyu bilmeden böyle ağır bir hükme varmak istemem. Sonuçta sizi de tanımıyorum. Fakat bildiğim kadarıyla, biri aleyhinde, daha başlangıçta bir
Genç adam, K.'yı uyandırdığı için özür diledi, kendisini şato kâhyasının oğlu olarak tanıtıp: "Bu köy şatoya aittir." dedi. "Burada oturan veya konaklayan herkesin, şato sınırları içinde ikamet ettiği kabul edilir. Bu da ancak Kont'un izniyle olabilir. Sizinse böyle bir izniniz yok eğer varsa bile bunu göstermediniz." diyerek devam etti. K. yattığı yerden doğrulup eliyle saçlarını düzeltti, tepesinde dikilen iki adama bakarak: "Hangi köye geldim böyle?" dedi. "Peki, bir şato var mı buralarda?" "Elbette var
Eski geleneğin kimi kalıplarım sürdürmekle birlikte, Taaşşuk´u Talat ve Fitnat (Talat ve Fitnat´ın Aşkı), yazınımızda Batılı yöntemle yazılmış roman türünün ilk örneği olarak kabul edilmektedir. 18 yaşında yetim bir çocuk olan Talat Bey, bir yaşındayken öksüz kalan, babasını tanımayan bir kız olan Fitnat´a ilk görüşte aşık olur. Ancak kızı sokağa bile çıkarmayan tutucu bir adam olan babalığı tütüncü Hacıbaba aksi, dediğim dedik bir adamdır ve üvey kızına kendi ölçütlerine göre bir koca bulmak istemekt
iniz, sokakta bile bir kadınla tanışmayı becerirdiniz. Sadelik kadınların hoşuna gider. Aptal değilse ya da bir şeye canı çok sıkılmamışsa, yürek taşıyan her kadın sizin böyle çekinerek istediğiniz iki çift sözü esirgemezdi sizden... Yine de siz benim söylediklerime bakmayın. Kim bilir, sizi deli filan da sanabilirler. Ben demin kendi düşündüklerimi söyledim. Çünkü yeryüzünde insanların nasıl yaşadıklarını bilirim, çok şey gördüm geçirdim!" "Oh, çok teşekkür ederim! Benim için ne büyük bir iyilik yaptığını
Birbirince sarılmışcasına bağlı ve sevinç verici sevdalı bu iki kalp,mevkiin latifliğine baharın bereketine, seyrin eğlencesine, tenhalığın lezzetine, muhabbetin etkisine ve hallerine dair her ne hissettilerse, birbirine açılarak bildirdiler. Ali Bey'in hınçları; yeni başlamış namuslu bir sevdanın trajik hayallerinden oluşuyordu ve varsayımlarının dehşetini şairane şakacılık, safça serbestlik altında saklamaya çalışıyordu. M e h peyke r'in duyguları ise iyi kabul edilmiş şehvetli bir eğilimin sevinçli zev
Zavallı! Sen deliden başka nesin? Kendi kendini aldatabiliyor musun? Bu çılgınlıktan, sonu gelmez kara sevdadan ne bekliyorsun? Benim ondan başka dileğim yok ki. Hayalimde yalnız o yaşıyor. Etrafımda yalnız onunla ilgili olan şeyleri görüyorum. Ah VVilhelm, nedir bu kalbimin bana ettiği! Onun yanında iki-üç saat oturup, güzelliğini, tavırlarını seyreder, tanrısal sözlerini dinlersem, yavaş yavaş bütün damarlarım tutuşmaya başlar, sonra gözlerim kararır, kulaklarım işitmez olur.
Bizim Felâtun Bey, varlıklı olduğu için, "kibirli" ve azametinden geçilmemesi gerekiyordu. Ama onun hâli bunun tam aksineydî. Alafrangalık hâli malum ya! Herkese alçak gönüllük göstermeye, herkesin yüzüne gülmeye insan mecburdur. Hatta bazı kere Felâtun Beyin yanında bulunan uşağı kendi beyini bir gayet tatlı ve nazikçe ve saygılı konuşuyor görünce; "Bu efendi bizim beyin pek dostu olmalıdır" inancına düşerdi. Lâkin o adamdan ayrıldıktan sonra Beyefendinin kızgınlığından çıldırmak derecesine geldiğini ve ha
Gringoire düşmesinin verdiği sersemlikle, sokağın köşesindeki Meryem'in önünde, kaldırımın üstünde kalakalmıştı. Yavaş yavaş kendine gelip toparlanmaya çalıştı. İlk birkaç dakika pek rahatlatıcı olmayan, çingene kızla keçinin bulanık görüntülerinin Quasimodo'nun ağır yumruğuyla karıştığı yarı uykulu bir rüya içinde dalgalanır gibi oldu. Bu durum kısa sürdü. Bedeninin kaldırıma değen yerinde hissettiği keskin soğuk aklını başına getirdi. "Bu soğuk da nereden geliyor?" dedi kendi kendine. Bunun üzerine bir su
Sen, aklı, bilimi ve insanın en üstün gücünü böyle hor gör bakalım. İnsanların gözlerini boyayarak ve büyücülük yaparak yalanın ruhundan yardım bekle. Şimdiden avucumun içindesin. Kader ona öyle bir ruh vermiş ki, kendi içine sığmaz, daima ileriyi ister, acele davranarak dünya sevinçlerini geçmek ister. Onu sefalete sürükleyip o hayatın bayağılığını göstereyim. Sonra da önümde uçsun. Susuzluğunu gidermesi için kendisini şeytana teslim etmeseydi, yine de mahvolacaktı.
Rüzgâr güzel güzef esmeye devam ediyordu. Bu şekilde beş gün yol aldım, rüzgâr batıya döndü. Bizi takip eden bir gemi varsa bile artık rüzgârın çevrilmesi üzerine bizi takip edenin vazgeçmiş olacağına inandım. Sahile yanaşmaya cesaret edebildim ve bir küçük nehir ağzına demir attım. Buranın nere ve nasıl bir iklim, hangi memleket, ne cins millet ve nehrin de hangisi olduğunu bilmiyordum. Hîç kimseyi de ne gördüm, ne de görme arzusunda idim. İstediğim tek şey içilecek su idi.
Toplam 77 kayıt bulunmuştur Gösterilen 1-20 / Aktif Sayfa : 1